Tarihi romanlar, tarihi sevmenin, sevmeye başlamanın iyi bir yolu. Ben özellikle Antik Yunan ve Roma’da geçen romanların hastasıyımdır. Rastladığım bu kapsama giren kitapları hemen alır okurum. Gerçi galiba başlarda daha keyif veriyordu bu kitaplar. Artık bazen kendimi yazarın yaptığı tarih hatalarının peşine düşmüşken buluyorum. Bir nevi mesleki deformasyon.
Eh, Antik edebiyatı konuşurken Homeros’un anıtsal eserlerinden bahsetmeden geçmek olmaz. Bu iki eserin birazcık tarih, biraz mitoloji ve biraz insan üzerine düşünen birinin üzerinde bırakacağı etki büyük ve tarifsiz olacaktır. Bunun için sanırım Avrupa’da bir çok ülkede örgün eğitimde, erken yaşlarda okunur bu kitaplar. hatta uzun bir dönem, özellikle Yunan ve Roma’da eğitim demek Homeros’un ve diğer Antik yazarların eserlerini okumak demekti neredeyse.
İşte örneğin Aenias’ı okuyunca Julius Sezar’ın neden soyunu Aphrodite’ye dayandırdığı ya da İmparator Augustus’un neden Troya’ya özel bir önem verdiği hakkında fikir sahibi oluyorsunuz.
İlyada ve Odusseia’ya dönecek olursak, ilk başlarda çok sarmaz bu kitaplar. Bir sürü okuması zor isim ve farklı yazım teknikleri yorar okuyucuyu. Dayanamaz bırakırsınız çok azimli değilseniz. Ama bırakmayın.
Homeros Antik bir şiir tekniği olan Hexametron ile “yazar” daha doğrusu söyler eserlerini. Bizim divan şiirindeki kalıplara benzer bir mantıktır bu. Bu arada Azra Erhat – A. Kadir çevirisi de muhteşemdir.
Bir de galiba piyasada bunların “romanlaştırılmış” halleri var, aman diyim, sakın. Alın güzel güzel bunları okuyun… Film-dizi olayını hiç söylemiyorum bile. Tamam, onları da izleyin ama o başka bu başka. Filmini izlemekle kitabını okumak aynı şey değildir.
Dediğim gibi, bu eserlerin kimin tarafından ilk olarak söylendiği, nesilden nesile nasıl geçtiği, Homeros diye birinin gerçekten yaşayıp yaşamadığı, yaşadıysa bu eserleri kendisinin mi yarattığı yoksa duyduklarını mı tekrar ettiği, ilk olarak kimin ne zaman yazıya geçirdiği vs.. gibi onlarca bilimsel tartışma konusu vardır bu eserler hakkında. Zaten bu iki kitap üzerine sanırım eşi benzeri olmayan bir biçimde yüzlerce makale ve kitap yazılmıştır yukarıdaki konuları içeren. Neredeyse her satırı didik didik edilmiş, ipuçları bulunmaya çalışılmıştır. Çok sararsa Homeros’un dünyası o kitaplara doğru gidersiniz…
Kitapların ne hakkında olduğunu sanırım hemen hemen herkes az çok bilir. MÖ 1100 yılı civarına tarihlenen, Anadolu’daki Troia kentine Yunanistan’dan gelen Akhalar’ın seferi anlatılır İlyada’da. Bu cümleleri yazıyorum ama o kadar tartışma var ki yine bu cümleler etrafında. Öncelikle yüzlerce yıl gerçekten Troia diye bir kent var mı yoksa Homeros’un uydurduğu gerçek dışı bir mekanda mı geçiyor bu efsaneler diye Avrupa yüzlerce yıl tartışmış. Sonra savaş gerçekten oldu mu yoksa o da bir masal mı? Bugün üzerinde kısmen uzlaşılan şeyler var bu konularda ama hala her şey %100 değil…
Bir de İlyada 10 yıl süren savaşın tamamını değil son bir kaç ayını anlatır ve herkesin bildiği o tahta at meselesine kadar da gelmez. Troya savaşı ile ilgili İlyada’dan önce ve sonra anlatılan daha bir sürü hikaye var. Ben neredeyse hepsini uzunca bir dersimi ayırıp anlatırım öğrencilere… Gerçi yarısı uyur ama olsun. 🙂
Odysseia ise savaşın önemli kahramanlarından biri olan Ithaka Kralı Odysseus’un evine dönerken başına gelen felaketleri konu alır. Odysseia’da geçen yerler de önemli bir çalışma alanıdır. Homeros’un hayali adlarla adlandırdığı ada ve kıyıların Akdeniz’deki gerçek lokasyonlarını tespit etmeye çalışanların ortaya çıkardığı hatırı sayılır bir literatür vardır. Bazılarıysa bunun boşuna olduğunu, hepsinin Homeros’un hayalgücünün eseri olduğunu savunur. Ben de bununla ilgili bir ödev hazırlamıştım zamanında… Dur onu da bulursam koyayım bloga.
Aşağıdaki iki eser “Homeros’un Kızı” ve “Penelope” İlyada ve Odysseia’yı altlık olarak kullanırlar.
“Homeros’un Kızı”
Robert Graves
Robert Graves’in yine İş Bankası yayınlarından çıkan harika bir romanı bu da. Graves Homeros’u ölümünden 2-3 yüz yıl sonra geçen bir hikayeye yerleştirip Troya savaşını ve Odysseus’u farklı bir katmanda tekrar anlatıyor. Yan öykülerle de zenginleştirerek.
Daha doğrusu Graves İlyada ce özellikle Odysseia’daki bir çok öyküyü alıp farklı bir şekikde yeniden yorumluyor.
Bu romanı okumadan önce, ya da bu romandan daha büyük keyif almak, ipuçlarını yakalamak için öncesinde İlyada ve Odysseia’yı okumak çok iyi olur. Onları okumadan da keyif alınır ama çok şey gözden kaçabilir.
Penelope, Odyyseus’un bahtsız karısı. 20 yıl kocasını bekler. Bu da yetmezmiş gibi Odysseus’un öldüğünü iddia eden ve kendisine talip olan, sarayına yerleşip bütün malını mülkünü yiyen yüzün üstündeki talibi ile de başı derttedir. Gerçi yukarıda “Homeros’un Kızı”nda Graves olayın başka ve daha muzip bir versiyonunun da gerçekleşmiş olabileceğini anlatır ama biz Homeros’un kendisine inanalım yine de.
Margaret Atwood Odysseus’un 10 yılı savaşta 10 yılı ise geri dönüş yolunda geçen toplam 20 yıllık yokluğunu karısı Penelope’nin gözünden anlatıyor. Kanadalı yazar aynı zamanda “feminist” kimliği ile de tanındığı için büyük olasılıkla Odysseus’un gözünden aktarılan öyküyü pek adil bulmamış ve olaya Penelope’nin gözünden bakışın eksik kaldığını vurgulamak için bu romanı kaleme almış.
Açıkçası haksız da sayılmaz. Homeros, Penelope için her zaman sadık ve cefakar eş tablosu çizerken Odysseus’un ise adadan adaya, kıyıdan kıyıya savrulurken karısına pek de sadık kaldığı söylenemez. Herhalde bu durum Margaret ablanın -haklı olarak- biraz kanına dokunmuş ve “ne Odysseus’u asıl kahraman Penelope’ydi be!” şeklinde bir çıkış yapmış gibi görünüyor.
William Golding
Nobel edebiyat ödüllü William Golding’in eseri olan Çatal Dil Antik Yunan:’ın en gizemli alanı olan kehanet meselesinin içine dalıyor. MÖ 1. yüzyılda, Yunanistan’ın zayıflayıp Roma’nın yükselmeye başladığı dönemde geçen roman Apollon’un bilicilik merkezi Delphoi’deki tapınağın içişlerini konu alır.
Kehanet oldukça karmaşık bir işlemdi. Genellikle kehanetten sorumlu tanrı Apollon’un çeşitli yerdeki tapınaklarında farklı yöntemlerle kehanette bulunulurdu. Apollon “her şeyi gören” idi. Dolayısıyla bazı rahibelerine farklı yollarla gördüklerini aktarırdı. Ama sadece Apollon’un değil nadir de olsa başka tanrıların da kehanet merkezleri vardı. Zeus’un Dodona’da meşelerin rüzgarda çıkardıkları seslerle gelecekten haber verdiği tapınağı gibi. Bunun gibi çok farklı yöntemler vardı kahinlerin tanrı ile iletişim kurmasını sağlayan. Kimi yanmış defne yapraklarının kokusunu içine çeker, kimi yer altından çıkan gazları içine çeker kimi ise yine kutsal bir kaynaktan gelen suyu içerek kendinden geçip tanrıyla iletişime geçer ve kendisine sorulan soruya pek de anlaşılmaz şiir mısraları ile yanıt verirlerdi. Bu mısralar tapınağın rahipleri tarafından “tercüme edilerek” ya da yorumlanarak soruyu sorana iletilirdi. Bunun dışında kurbanların iç organlarına veya kuşların uçuşuna bakarak kehanette bulunmak da yaygın yöntemlerdi. En önemli kehanet merkezleri Yunan anakarasındaki Delphoi, Dodona ve Anadolu kıyısındaki Didyma ve Klaros idi.
Kehanetin böyle mistik bir yanı varsa da aslında bugün biraz daha farklı yorumlanabilir.
Eski insanların çoğunun keşfettiği biyolojik olarak insanda uyuşturucu etkisi olan yöntemler onlara göre tanrılarla iletişime geçme yöntemi idi. Bitkisel özler, dumanlar, gazlar, sürekli aynı hareketi yapma, vs… İlkel Afrika kabilelerinden Anadolu yerlilerine kadar her toplumda bu inanış görülür. Dolayısıyla bugünün bakış açısı ile baktığımızda kullanılan yöntemlerin kahinleri uyuşturarak sorularla uzaktan ilgili, anlaşılmaz cümleler kurmasına yol açıyordu. Bu cümleler de tapınaktaki diğer rahipler tarafından yorumlanarak danışana iletiliyordu.
Tabi asıl kısım bu ikinci kısımdı.
Bu rahipler ciddi bir istihbarat ağına sahip, dünyada neler olup bittiğine ve insan psikolojisini bilen, buna göre taleplerin nasıl karşılanacağı/yönlendirileceği konusunda uzman kişilerdi .Hatta bazıları bu rahiplerin yorumları ile Antik dünyada önemli bir yönetici güç pozisyonunda olduklarını da iddia eder.
Hah, işte kitap birazcık bununla ilgili. Bu güç ve bu gücün yok olmaya başlaması ile…
“Sokrates’in Karısı”
Yine kendine akıl soran birine “mutlaka evlen, karın iyiyse mutlu, kötüyse filozof olursun” dediği rivayet edilir. Gerçi tarz hiç Sokrates’e göre olmadığı için pek gerçekçi gelmiyor bana bu diyalog. Sürekli sorgulayan, soru soran bir filozofun böyle kesin hükümlerde bulunması düşük olasılık.
Böyle ilgi çekici bir figür olunca tarihi roman dalında bir çok eseri olan Gerald Messadie de kitabının kapağına taşımış Sokrates’in karısı sevgili Ksanthippe’yi.
MÖ 438 yılında, Klasik Yunanistan’ın en civcivli zamanlarında geçen bu roman bir cinayetin çözülmesi üzerine kurulmuş. Dönemin Atina’sı, Perikles, Alkibiades gibi çok önemli şahsiyetlerin yaşadığı Atina’da Ksanthippe’nin bir katilin peşine düşerken aslında Atina’nın pek de bilmediğimiz katı ataerkil yapısını da gösterir.

DEÜ Güzel Sanatlar Fakültesi’nde hoca olan Oğuz Adanır’ın Antik çağla ilgili bir çok araştırması ve kitapları olduğunu bildiğim için görür görmez güvenle aldım kitabı ve okumaya başladım.
Oğuz Adanır bu romanda okuyucuyu Roma Anadolusunda, Ephessos, Side, Halikarnassos, Aphrodisias gibi kentlerinde gezintiye çıkarırken aynı zamanda kökleri Antik Yunan’a dayanan mitolojik anlatıları ve felsefi değinmeleri sıkmadan aktarıyor. Özellikle sonlara doğru derin teolojik meselelere rahatça okunup üzerine düşünülebilecek yetkinlikle değiniyor Oğuz Hoca. Çok çok dikkatli bakarsak belki sadece bir kaç tane tarih hatası bulunabilir ama onlar da kadı kızında bile olabilecek kusurlardan. Ben romandaki karakterlerin isimlerine pek ısınamadım. İsimler pek o dönemin isimlerine benzemiyor ancak bu konuda çok bir bilgim yok. Belki genel geçer isimlerden olmamakla birlikte o dönemde kullanılan isimler olabilir bunlar.
Roman, hıristiyanlığın yükselişe geçtiği MS 1. yüzyılda geçiyor. Tabi okudukça bu dönemin tesadüfen değil, özel olarak seçildiğini anlıyorsunuz.
Bu kitapta Oğuz Adanır kurgusunu bir anlatıcının dilinden uzun bir öykü biçiminde anlatarak ve değinmek istediği konuları anlatının içindeki başka anlatıcılara anlattırarak Homerik geleneğe de bir selam göndermiş sanki…
Neyse, eh, bu kadar bilgili bir adamın romanlarını görür görmez almamak imkansız benim için. Periyodik olarak uğradığım ve şiddetle tavsiye ettiğim İş Bankası Kültür Yayınları kitabevine gördüğüm an aldım kitapları. İş Bankası gerçekten çok büyük bir iş yapıyor. Müthiş eserleri çok çok uygun fiyatlarla okuyucuya sunuyor. Banka yayınları olarak Yapı Kredi’nin de benzer bir yayınevi var. Onu da çok sevmek ve takdir etmekle birlikte İş Bankası bana daha çok hitap eden kitapları yayınlıyor. Sanırım bunun için sağlam bir hesap, kart kullanım vs… bedeli geçirseler de İş Bankası’ndan vazgeçemiyorum.
Graves bu iki kitapta ilginç bir figür olan İmparator Claudius’un hayatını ve iktidara gelişini çok yetkin ve sürükleyici bir dille anlatıyor.
Claudius gerçekten ilginç bir karakter. Aslında imparatorluğu hedeflemeyen ya da belki hedeflemiyor gibi görünen, çekingen, peltek konuşan biraz da insanların dalga geçtiği bir tip. Şansı Caligula gibi tarihin en dengesiz, sorunlu ve zalim karakterinden sonra insanların bir kurtarıcı ararken belki de tesadüfen ona rastlamalarında. Neyse daha çok spoiler vermeyeyim, ama bu iki kitabı şiddetle önerdiğimi söyleyerek bitireyim.
Yeni kitaplar okudukça buraya eklemeye devam ediyorum…
Geçenlerde okuduğum Madeline Miller’in “Ben, Kirke”si mitolojiyi çok farklı bir biçimde anlatan harika bir öykü. Kirke Homeros’un Troya savaşı kahramanlarından Odysseus’un yaklaşık 10 yıl süren, savaş sonrası yurdu İthaka’ya dönme macerasını anlattığı Odysseia kitabının bir karakteri. Issız bir adada tek başına yaşamaya mahkum edilen Kirke Odysseia’da kısıtlı bir biçimde tanıtılır. Miller’in bu kitabı o karakteri alıp Odysseia’da görünmesinin öncesi ve sonrasıyla harika bir kurgu örüyor. Tanrılar alemini, Olimposlularla Titanların çekişmesini, Minotauros’u, Skylla’yı müthiş bir roman kurgusu içerisinde birbirine bağlıyor.
Şiddetle tavsiye… Tabi belki öncesinde Ilyada ve Odysseia’yı okursanız biraz daha fazla keyif alabilirsiniz Ben, Kirke’den, söylemiş olayım.
https://www.hurriyet.com.tr/kitap-sanat/neden-hep-kadindir-magdur-olan-41446743
Bu arada tabii ki bütün romanlar bunlar değil, bunlar elimin altındakiler. İleride başkalarına da rastladıkça ekleyeceğim.